![]() |
özgürlük virüsü ve esaret |
İnsan bazen duygularının, düşüncelerinin, alışkanlıklarının, önyargılarının ya da yapamadıklarının esiri olur. En büyük esaret ise insanın kendisini esir almasıdır. İnsan kendisini nasıl esir alır? Tabi ki yalnızlığına tutsak olarak. Herkesten uzaklaşarak, kimseyle konuşmayarak esir alır kendini. Belki de başkalarının esiri olmaktansa kendisinin esiri olmayı tercih eder insaoğlu. İnsan bu kadar kurallar, engeller varken nasıl olur da kendini esir edebilir. İnsanlar yaradılış gereği yalnız yaşayamazlar. Sevinçlerini, mutluluklarını, üzüntü ve kederlerini paylaştıkları sosyal bir hayatta yaşarlar. Yalnızlıktan kurtulmak için evlenir ve çoluk çocuğa karışır. Hayatın içerisinde birlikte hareket etmeyi öğrenir. Dertli olana çare bularak yardımlaşmayı öğrenir. Yani insan birlikte yaşamayı ve yalnız olmamayı öğrenir. Üzülerek söylemeliyim ki kendi kendimizi esir alıyoruz ve yalnızlaşıyoruz. Düşünün kaç kişiye derdimizi açabiliyoruz. Kimle dışarıda oturup bir tavşan kanı çay içiyoruz. İçimizi açacak kaç dostumuz var. En ufak problemimizde koşuyoruz psikoloğa. Ama baktığımız zaman binlerce takipçimiz var. Sosyal medyada yüzlerce arkadaşımız var. Maalesef kalabalıklarımız sanal ortamdan ibaret. Gerçek hayatta yapayalnızız. Bunu biz yaptık kendimize. İnsanın insana yapabileceği en büyük kötülüğü yaptık. Peki, ne zaman esir ettik kendimizi? Yardımlaşmayı bıraktığımız zaman yaptık bunu.
Özgürlük nasıl bulaşıcı bir virüsse insanın kendini esir etmesi de öyle. Bu hastalıklara “komşusunun verdiği salçalı ekmeği yiyen çocukla”, “ah bizden geçti artık diyen amcam” yakalanmadı. Aklı bir karış havada biz gençler yakalandık bu hastalıklara. Ümit kesmek olmaz. Virüslerin dermanı yine bu gençliktedir. Gençlik kafasını kaldırıp, görmeli hasta yatan teyzesini. Bırakmalı elindeki telefonu, bakmalı kardeşinin yüzüne ve uzatmalı elini kardeşinin yüreğine.
Yorum Gönder