AĞLAYAN PALYAÇO 
Düşünmemeye çalıştı. Ne kadar temiz, ne kadar sevimli duruyorlardı çocuklar. Rengârenk balonlar gördü bir anda, onları elinde tutan kırmızı tulumlu bir palyaçoyla birlikte. Neşeyle çocukların etrafında daireler çizmeye başladı palyaço. Çocuklar da bu şen şakrak oyuna katılıyorlardı. Sonsuz bir mutlulukla gülüştüler. Zıpladılar, koştular ve en sonunda ucunda ipi salınan bir balonu kaptılar. Ne kadar da kolaydı büyüklerin çetin dünyasının aksine çocukları mutluluğa boğmak. Çocukları ne kadar sevdiğini düşündü bir kez daha. Kararını vermişti o an. O artık bir palyaço olacaktı. Bundan sonrası için yapacak daha anlamlı bir iş görmüyordu kendi için. Saçları rengârenk, kırmızı burunlu ve kocaman ayakkabıları olan mutlu bir palyaço. Hemen kalktı oturduğu banktan. Hastanede duydukları umurunda bile değildi. Bir taksiye binip evine doğru yol aldı.

Tek başına yaşıyordu. Ne ona kapıyı açan bir eşi ne de annesi vardı artık. Anahtarı çevirdi ve perdelerin tamamının kapalı olduğu karanlık odaya girdi. Az çok anlıyordu terzilikten. Buralarda bir iğne iplik olmalıydı dedi. Bulduğu ahşap kutuyu ve artık kullanmadığı eşyalarından kestiği kumaş parçalarını salondaki masanın üzerine yığdı. Uzun zamandır elini bile sürmediği dikiş makinesini, annesi terziydi ve bu maharet de dikiş makinesi da ondan yadigardı, çalıştırmayı başardı. Tıkırtıların içinde gece yansına kadar hem kıyafetini dikti hem düşündü. Yamalı, renkli kostümü hazır hale geldiğinde saat epey geç olmuştu. Diktiği kıyafete keyifle baktı ve kendisini bu kıyafetlerin içinde etrafında çocuklarla hayal etti. Ne güzel gülüyorlardı o tek tük dökülmüş dişleriyle. Şimdi koca burunlu bir ayakkabı ve domatesi andıran kırmızı bir buruna ihtiyacı vardı. Kıyafetini astı ve sabahın ilk ışıkları ve içinde tatlı bir telaşla koltukta uyuyakaldı. Uyandığında ilk aklına gelen en çok gülmeye ihtiyacı olduğunu düşündüğü çocuk esirgeme kurumundaki kimsesiz, minik kalplerdi.

Bir miktar para da alıp yola çıktı. Elinde, hediyelerle doldurduğu poşetlerle yuvanın kapısına geldi. İçeriye adımını attığı anda etrafını meraklı gözler sarmıştı bile. Muhteşem bir histi onun için. Gülen gözlerle bakan bunca güzelliği bir arada hiç görmemiş, çocukları bu kadar mutlu edebileceğini de tahmin etmemişti. Bütün gün oynadı çocuklarla. Topu atıp tutmaya çalışırken ki beceriksizliğine her seferinde kahkahalarla güldüler. Büyük ayaklarına basmak için yarıştılar, kırmızı burnunu sıkıştırdılar. Kucağına alıp onları uçurduğu zamanlar ise en sevdikleri anlardı. Bu mutluluk günlerce, haftalarca sürdü. Daha da sürsün istiyordu, bir gün yuvanın kapısından el sallarken yere yığılacağından habersiz. Çocuklar tepesine birikecekti ne olduğunu anlamadan. Yeni bir oyun sandılar önce başında gülüştüler. Çocuklara bakıyordu sabit gözlerle ve bir şey demek istercesine uğraşıyordu, ama sesi çıkmıyordu. Yalnız bir hırıltı. . . Gözünden bir damla yaş geldi o an. İşte bu sırada bir tuhaflık sezdi çocuklar, bu bir oyun değildi. Bir diğeri gözünden gelen yaşı sildi elleriyle. Mırıldandı: " Palyaço ağlıyor.” Şaşırdı, hepsi çok şaşırdı. Çünkü palyaçolar ağlamazdı.

Ağlayan palyaço


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski