Zihnimde sorular dolanıyor. Kaç günde gelecek? Ya adresi bulmakta zorlanırlarsa? Ya geldiklerinde evde olmazsam? Biranda bütün neşem uçuyor. Eğer gelmezse ben ne yaparım? "Yok canım!” diyorum. Neden gelmesin ki? Adresi açık açık yazdım, bulurlar mutlaka.

Midemde kelebekler uçuşurken bilgisayarı kapatıp okul çantamı yerden aldığım gibi odamdan fırlıyorum. Eğer biraz daha evde durursam okula geç kalacağım. Mutfağa uğruyorum önce. Annem bulaşıkları makineye yerleştiriyor. Kredi kartını masanın üstüne bırakıp ona sarılıyorum. "Çok teşekkür ederim.” Bana gülümsüyor, bunu ne kadar istediğimi biliyor. Onun kollarından ayrılıp evden çıkıyorum. Sokaklar tenha. Okula doğru ilerlemeye başlıyorum. Okul çok uzak değil, yine de etrafımdaki insanları gözlemlemek için yeterli bir süre yürüyorum. Ama bu sabah etrafla ilgilenmiyorum pek. Ruhum etrafımdaki insanlarla ilgilenemeyecek kadar meşgul. Sahip olacağım yeni dünyaları o kadar merak ediyorum ki içinde bulunduğum dünyadan tamamen soyutlanıyorum.

Okula nasıl vardığımı hatırlamıyorum bile. Derslerde dışarıyı seyrediyorum. Kafamdaki bunca düşünceyle ders dinlemek zorlaşıyor. Okul bitmek bilmiyor ya da bana öyle geliyor. Zaman ağır çekimde ilerliyormuş gibi. Her derste düşünüyorum: Acaba şimdi nerede?

Okul bitiyor nihayet. Çantamı o kadar hızlı toparlıyorum ki sınıf arkadaşlarım benim bu hallerime alışkın olmasalar kaçtığımı düşünecekler. Aslında bir nevi kaçıyorum da. Gerçeklikten kaçıyorum. Eve koşar adımlarla gidiyorum. Zile basarken parmağımın titrediğini fark ediyorum. Annem kapıyı açana kadar geçen saniyeler yıllar gibi geliyor. Kapı açılır açılmaz anneme bakıyorum. Sormamı beklemeden hayır diyor: ” Daha gelmedi.” Yaşadığım heyecan sonrası memnuniyetsizlik yüzüme yansımış olmalı ki, bana tebessümle karşılık verip "Merak etme,” diyor "Gelecek nasıl olsa." Evet, gelmesi lazımdı, nerede kaldı?

Çantamı bir kenara atıp odama koşuyorum. Sabah bıraktığım yerde duruyor bilgisayar. Kaydettiğim takip numarasını tıklıyorum. Bir saat... Bir saat sonra burada olacakmış. Annem yemeğe çağırıyor. Bir saat. . .Yemek yerken gözüm saatte. Annem günümün nasıl geçtiğini soruyor. Bir şeyler geveliyorum ağzımda, ama aslında tüm gün yaptığım tek şey beklemek.

Tam bir saat on iki dakika sonra kapı çalıyor. Sandalyemden fırlarken az kalsın masayı deviriyorum. Kapıya ulaştığımda annem de arkamda. Yavaşça kapıyı açıyorum ve postacının elindeki küçük koliye büyülenmiş gibi bakıyorum. Annem benim hareket etmediğimi görünce belgeyi imzalıyor. Bu sırada ben postacıdan koliyi nazikçe alırken zayıf bir teşekkür mırıldanıyorum. Kapıyı kapatıyoruz ve annem bir şey söylemeden mutfağa geri dönüyor. Koridorun ortasında elimde koliyle dikiliyorum. Beni bu halimle görseler tımarhaneye kapatırlardı herhalde. En azından yakınlarım bana alıştığı için şanslıyım. Koliyi bir bebekmişçesine narin bir şekilde tutarak odama gidiyorum. Yavaşça yere bırakıp masamdan makas alıyorum ve kolinin yanına yere çöküyorum.

Beni en heyecanlandıran anlardan biri... Makası yavaşça kolinin bir kenarına çizgi şeklinde batırıyorum. İçindekilere zarar vereceğim diye ödüm kopuyor. Koliyi sarmalayan bantları tamamen kesiyorum. Şimdi tek yapmam gereken kapağı kaldırmak. Derin bir nefes alı heyecandan titreyen ellerimle açıyorum pake ti, nefesim kesiliyor sanki. Gördüğüm en güzel manzaralardan biri. Elimi uzatıp en üstteki kitabı alıyorum.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski