dini yazı

Beyazıt’ın dargınlığı var kapımda. Küsen pencerelerim soğuğu taşırken odama, çehrem öfkemin bungunluğundan aleve dayanmış. Ölüm yanarken iki adım ötede gönlüm doğuş sevincini mecburdu unutmaya.

Meydan sessizliği parmaklığımın eseri. Yemen elleri kucak açmış bekler yağmur esintisi. Ölüm yanıyor, dur, desem de; ne çare sabır gırtlağa dayanmış. Hani dedik ya; mecbur bırakıldık kaybettiklerimiz için yanmaya.

Ya sevda kahrıdır bu ya da vuslat kırgınlığı çeker yüreğim. Bilseniz ki ben ne hallerdeyim. Çare midir “ağlama!” telkini. Bir avuntu sadece, tahmini kolay hata neticesini kestirememek yeterli midir telafi tühlenmesine. Eh be dünya durdurmazsın, şeytan peşi sıra kovalar can pazarı zulmün esiri, saltanat bahane.

Zannettik ki hayat bitti. Hayır! Bu acı en derin nefesti. Boğazım acıyor dediğimde sırtıma değen ilk el annemindi. Teşekkürüm hayatımın borcu, helallik; almam gereken emanetti. Hıyanet bilmem, teslim edeceğim en büyük kapı, dayandığım Rabbimdi.

…dünya uykuda!

Dargınlığı huzura aralamak vakti kaçıyor her solukta. İdrak bekleyen akıl alınan “bir” nefesin şükrünü “iki” borç bilemedi, beden bir adım daha atıyor yangına. “Ümmet-i Muhammed yanıyor; su döken yok mu?” diyen sultanların işidir gönüldeki dert dava. Fani lezzetler ne sana kalır ne de bana.

Gönlün baktığı her şeyi görmekmiş marifet. Marifet, yok diyene var diyebilmekmiş; gerçek sahibi(c.c.) tanımamakmış asıl cehalet. Çileyi imtihan bileneyse sabrın bittiği yerde mükafatmış afiyet. Ne demişler; sabrın sonu selamet!

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski