Hiçliğin kıyısında beni bekleyen
aydınlığımın ışığına üflenen her nefes, benliğimi biraz daha kararttı. Titreşen
umudum, her an çökmeye hazır ruhumun üzerinde derin izler bırakarak ilerlerken
ipe dizilmiş özgürlüğüm, içine sıkıştığı karanlıktan sıyrılmaya çalışıyordu.
Ruhum, onarılamayacak yaraları
soyutlamaya çalışmaktan yorulmuş, çığlık çığlığa duvarlarımı yırtıyordu.
Çabalamaktan kan ter içinde kalmış, çarptığı duvarlardan derin yaralar almıştı
kalbim.
Hissetmekten yorulmuştum. Duygularım,
gerçekliğin ilk ışığında yok olacak bir sis bulutu kadar yoğun ve kırılgandı.
Karanlığım, yaydığı enerjinin içinde birkaç umut parçası barındırıyordu. Ama
umuda ulaşmak, gök kuşağına dokunmayı hiç hayal etmemiş birine, rüzgârın
hissettirdiklerini anlatmak kadar zor ve imkansızdı benim için.
Bir mum gibiyim, çaresizliği içime
çekip sadece ışık saçıyorum çevreme. Hayatımın, bir gün umudum İçin
çaresizliğin gölgesine damlayacağını bilerek yaşıyorum duvarlarımın arasındaki
kafeste. Ama benim kafesim içinden çıkamayacağım kadar dar olmakla birlikte,
ben çabaladıkça daha çok sıkışmama neden oluyordu. Kafes, gerçek hayatın
görülebilir bir versiyonu gibi. Çabalamak yaşamın içinden bir çıkış kapısı
açmıyor. Sadece başarısızlıkla sonuçlanınca dayanmayı zorlaştırıyor.
Bedenim güçsüzdü. Artık üzerine çöken
karanlığı taşımaktan yorulmuş bacaklarım, çelimsiz ve her an yıkılmaya hazır
bir şekilde titrerken ellerimde meydana gelen her bir derin çizgi, her bir iz,
acımasızca çabalarımı gözler önüne seriyordu.
Gözyaşlarım, zincire vurulmuş
özgürlüğümü kamçılarken, hırpalanmıştım ve hissetmekten yorulmuştum.
"Umursamak acıdan başka bir şey getirmez” diye fısıldıyordu satırların
kıyısındaki kelimeler.
Aktarılamaz, yaşanırdı acı.
Hissedilemezdi, çünkü sizi bulduğu zaman bir parçanıza dönüşür, eksikliğini
hissetmediğiniz bir şeye dönüşürdü. Basit bir kelime gibi gelebilirdi acı
kelimesi, onu yaşamasını bilmeyenler için. Ya da fiziksel acıyla karıştıranlar
için. Fiziksel acı gerçek acının belirginleşmesi için var olan bir gölge
gibiydi. Gerçek acı ise gölgesi olmayanlardaydı.
Görmek İstemiyordum. Belki de bakmayı
bilmediğimdendi dünyaya. Görmeyi beklemek gerçeğe bakmayı zorlaştırırdı. Zaten
hiçbir çocuk beklediğini alamamıştı ki yıldızlardan. Görmek istediği şeyi
görememişti umut dolu, masum bakışlarını çevirdiği avuçlarında.
Masumluk, tamamen soyut bir kelime
gibiydi görünüşte. Bir çocuğun yüzünde oluşan el değmemiş gülümsemeyi
iliklerinize kadar hissettiğinizde ise, inkâr edemeyeceğiniz bir delile dönüşüp
içine çekerdi sizi.
Kar tanesi kadar temiz ateş kadar
tehlikeli. Su kadar yok edici.
Benim masumluğum, üzerime serpilen
karanlık tozla kar tanesi gibi erimiş, yanan ateşime su dökülmesiyle ardında,
acıya boğan dumanlar bırakarak yok olmuştu. Benim hayatım, düşüncelerimi
kapatan perdeyle hiçliğin içerisinde kaybolmuştu.
Yalnızlık, uçurumun kıyısında
beklerken uçan bir umut dalgasının beynimi bulanıklaştırmasıyla gelen boşluk
kadar karanlık duygular besliyordu. Kelimenin bittiği yerde devinen bir
yalnızlık kol geziyordu sanki. Üstü örtülü, kirli, insanı sarhoş eden bir
yalnızlık. . . Ve yalnızlığın içerisindeki kararsızlık, yok ederdi insanı.
Kararsızlığa kapılan ruh, soğuk bir
yağmurla birlikte toprağa düşerken kararmış ciğerlerinizi, taze toprak
kokusuyla karışmış bir ölüm sessizliğine boğardı. Ne kadar derin olduğunu
bilmediğiniz bir çukura düşerken görmenizi zorlaştıran bir sis bulutu varmış
gibi hissettirirdi insana. Yerleştikçe boğar, sesinizi çıkaramayacağınız hale
geldiğinde haince gülümseyerek bırakır ve o anın verdiği hazla sizden uzaklaşırdı.
Nefes almak veya karanlığa gözlerinizi yummak arasında gidip geldiğiniz o an,
sizin karamsarlığınızın gölgesinde çırpındığınızın kanıtı gibiydi.
Ruhun karanlıktan beslenmesi, bir bebeğin doğmadan
önce annesine bağlı olması gibi zorunlu bir durum olmaktan çıkıp bir ihtiyaç
haline geliyordu zamanla. Sonra bir gün bütün hayatınız gözlerinizin önünden
bütün hiddetiyle geçerken yapabileceğiniz tek şey tutunmak oluyor bir dala. O
dal sizi hayatta tutan tek şey. O dal sizin hem umudunuz hem de sizi yok edecek
şey.
Umut, insanın topraklarında barınan ve ruhunu
sömürecek varlığını sürdüren bir düşmandır. Ulaşabileceğiniz en aydınlık yerin
başka bir şeyde olmasına izin vermek ise, kendinize yaptığınız en büyük
acımasızlıktır. Yapılan acımasızlıklar karşısında ağlamak, ruhunuzun kendi
içinde parçalamak istediği hisler için kalan son enerjisini kullanarak attığı
bir çığlıktır.
Bir de sessizlik vardır. Verilecek en gürültülü
cevaptır sessizlik. Duyduğunuz tek şeyin yalnızlığınızın çağrısı olması
demektir ve zincire vurulan bir köle misali sizi içine hapseder,
kaçamayacağınız uzun bir koridorun sonundaki boşluğa atlayıp kendinizi
bırakmanıza neden olur. Yaşamak sessizliğin ortasında kendini bıraktığın bir
kuyudan ibarettir.
Unutma, hayat yaşayamayacağın kadar kısa.
Ve Güneş senin için bir kez daha
doğmayacak.
إرسال تعليق