![]() |
Yalnızlıktan Sonra |
Günün ilk ışıklarıydı yine ilk ziyaretçileri. Hoş,
diğer ziyaretçileri durumunu kontrol için gelen doktor ve hemşireden başkası da
değildi. Eskiden olsa ” Bunların hepsi ahmak, benden uzak dursunlar zaten.
Yalnız kalıp kendimi dinlemekten güzeli var mı canım? ” der avuturdu kendini.
Fakat şimdi sadece yüzüstü yatabildiği hasta yatağı ona böyle düşündürmüyordu.
Yalnızlık çok zordu. Hastalık; çocukluktan -o mutlu günlerden- beridir
kullanmadığı iyimserlik, merhamet, sevgi, mutluluk gibi iyimser duygularını
geri getirmişti. Ona az vakti kaldığını düşündüren hastalığı içindeki yaşam
sevgisini fark etmesine sebep olmuştu. Yaşı ilerlese de henüz ölmek
istemiyordu. Yaşamı boyunca yalnızdı ama yaşadığı gibi ölmek onu korkutuyordu.
Düşündükçe hissettiği yalnızlık tüm odayı kaplıyor, içinden çıkılmaz bir hâl
alıyordu. Üzülmesi hastalığı için iyi değildi, biliyordu. Lakin kendine engel olamıyordu.
Hiç ses çıkmayan odanın duvarlarına baktıkça daha da geriliyordu.
Yıllardır tek başına yaşadığı küçücük evinde yalnızlık, içindeki nefretten dolayı belki de hiç bu kadar ağır gelmemişti. Başını hafifçe oynatıp yatağının yanındaki perdenin ardından gökyüzünü görmeye çalıştı. Henüz yaşam sevgisiyle dolu, mutlu bir genç kız iken böyle yapardı. Ne zaman canını sıkan bir konu olsa gökyüzüne bakardı. Yine öyle yaptı. "Şu an hastayım ve yalnızım belki ama gökyüzü çok güzel!” dedi gülümsemeye çalışarak. Uzun zamandır gülümsemeyi bile unuttuğunu fark etti. En son ne zaman ne için gülmüştü acaba. Denediği yöntem bu defa işe yaramamıştı. Kendisini mutlu olduğuna inandırmaya çalıştı. "Mutluyum, mutluyum...” Bu da işe yaramıyordu. Zaten ailesini kaybettiğinden beri bu saçma numaralar işe yaramadığı için bırakmıştı uygulamayı.
Yıllardır tek başına yaşadığı küçücük evinde yalnızlık, içindeki nefretten dolayı belki de hiç bu kadar ağır gelmemişti. Başını hafifçe oynatıp yatağının yanındaki perdenin ardından gökyüzünü görmeye çalıştı. Henüz yaşam sevgisiyle dolu, mutlu bir genç kız iken böyle yapardı. Ne zaman canını sıkan bir konu olsa gökyüzüne bakardı. Yine öyle yaptı. "Şu an hastayım ve yalnızım belki ama gökyüzü çok güzel!” dedi gülümsemeye çalışarak. Uzun zamandır gülümsemeyi bile unuttuğunu fark etti. En son ne zaman ne için gülmüştü acaba. Denediği yöntem bu defa işe yaramamıştı. Kendisini mutlu olduğuna inandırmaya çalıştı. "Mutluyum, mutluyum...” Bu da işe yaramıyordu. Zaten ailesini kaybettiğinden beri bu saçma numaralar işe yaramadığı için bırakmıştı uygulamayı.
Hava çok güzeldi. Ayın kaçında olduklarını tam
kestiremese de nisan ayında olduklarını biliyordu. Sevdiği mevsim ilkbahar..
Odada öylece başına durdukça kendisine daha fazla sorular soruyor, daha çok
düşünüyor ve yaşadığı günler aklına geliyordu. En son ne zaman gülmüştü
sahiden? Hala hatırlayamıyordu, ama en son ne içli içli ağladığını çok iyi
biliyordu. Unutmak imkânsızdı çünkü. Sekiz yaşındayken annesini, babasını ve
kendisinden iki yaş küçük kardeşinin öldüğü gün duyduğu acıyı nasıl
unutabilirdi ki? Ailesini kaybettikten sonra Bursa'dan, dayısının yanına,
İzmir'e gönderilmişti. Ondan sonra da hayat ona hiç istediği gibi
davranmamıştı. Çekliği sıkıntılardan dolayıydı herkese mesafeli duruşu, soğuk
oluşu. Güvenini yitirmiş, iyi insanlara olan inancı kaybetmişti. Öyle isterdi ki
ailesiyle olan mutlu günlerine geri dönmeyi! Aksi ve yalnız biri olmadığı o
güzel günleri ne de çok özlemişti. Keşke zamanı geri alabilseydi. Şu an elinde
ne gençliği vardı ne de sağlığı. Bu hapishaneden sağlam olarak çıkıp
çıkamayacağı bile kesin değildi. İçini kaplayan hüzünle gözünden dökülen yaşlar
canını çok yakıyordu. Yorulmuştu, yavaş yavaş gözlerini kapadı.
Demek ciddi bir durum yok. Anladım Hekim Bey. İnanın
beni çok mutlu ettiniz.
"Geçmiş olsun.” dedi doktor ve o çıkarken
gözlerini açtı, bu konuşan da kimdi?
Günaydın! İçerisi çok havasız ve renksizdi. Ben de
pencereyi araladım ve size getirdiğim çiçekleri başucunuzdaki vazoya
yerleştirdim. Öğrendiğim kadarıyla taburcu olmanıza az kalmış.
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle maya başlayan genç
ve çok güzel bir kil var. dl karşısında. Olanlara anlam veremiyordu. Kimdi bu
kız? Nerden gelmiş olabilirdi, niye odasındaydı? Kendisini tanıyor muydu? Eğer
tanıyorsa nereden tanıyor olabilirdi? Hiçbir dostu yoktu bu hayatta ona değer
veren kimse yoktu. Kendisi bu düşünceler içinde boğuşurken genç kız yatağının
yanına bir tabure çekmişti bile. Yüzündeki gülümsemesini hiç eksiltmeden konuşmasına
devam etti:
-Ayşegül Teyze ‘cim, ben Feride. Aklında benimle ilgili türlü
sorular olduğunu biliyorum.
Yüzüne o çok yakışan gülüşü, yerini birden ciddiyete
bırakmıştı:
-Annem Fahriye, bana sizden bahsederdi. Vefatından
önce sizi bulamamı çok istemişti benden. Uzun yıllardır kimsesiz yaşadığınızı
biliyorum. Sizi bir anne yadigârı saymamı ve ziyarette bulunmamı istemişti
annem. Bugüne kısmetmiş.
Kuzeninin vefatını duyan yaşlı kadın çeşitli
duygular içerisindeydi. Neye üzülüp neye sevinmesi, şaşırması gerektiğini
bilmiyordu. Şu an tek farkında olduğu şey; çok uzun zaman sonra kendisini
arayıp bulan, kendi kanından bir ses, bir nefes bulduğuydu. Ne zaman, nasılını
hatırlayamadığı; çocukluğundan kalma bir gülüşün yüzüne yavaş yavaş
yerleştiğini hissediyordu şimdi.
Her insan bir kainattır aslında.
YanıtlaSilHarika paylaşım elinize sağlık
YanıtlaSilpaylaşımınız çok güzel siteniz çok kaliteli gerçekten...
YanıtlaSilElinize sağlık güzel bir yazı
YanıtlaSilDeğerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSilÇok duygulandım .
YanıtlaSilYalnızlık çok kötü ya kimsenin basına gelmesin diyorum
Yalnız kalmamak için hasta ve yaşlılarımız bol bol ziyaret edilmeli...
SilYorum Gönder