Günün bu saatlerinde bakışlarımı istemsiz bir şekilde işlevini uzun zamandır yerine getirmeyen, menteşelerinin zamanla kabuk bağladığını düşündüğüm çelik kapıya çevirdiğimi fark etmiştim. Nedeni bilinçaltıma işlemiş, kimin olduğunu bilmediğim belki de hiç bilemeyeceğim, koridorda yine günün bu saatinde duyulan ayak sesleriydi. Şimdi anlıyorum ve dayanamıyor yılların cevabı meçhul sorusunu; kurtlar tarafından kemirilmekten bitap düşmüş, bir ayağı ayağımın hışmına uğrayarak kırılmış, dengede tutmaya çalıştığım masamın sağ üst köşesinde duvara asılı duran kırık aynama bir kez daha soruyorum: "Neresi burası? Neden buradayım? Ne zaman o artık unuttuğum, bazen gerçek olup olmadığını sorguladığım yere 'evime' gideceğim? Ev değildi sanırım adı, hım hatırladım, 'dünyama' diyorum, ne zaman döneceğim?”

Hislerim beni yanıltmadı, kapının altından uzatılan yemek tepsisi gözlerimin önünde duruyordu işte. Buranın düzeni beni hep şaşırtmıştır. Buraya tıkıldığımdan beri kullandığım eşyalar, çatalımdan tutun her bitişinde yenisinin verildiği kurşun kalemime kadar her şey aynı. İlk girişimi hatırladım. Küçük, yayları dışına fırlamış ranzasıyla pek de rahat görünmeyen bir yatak. . . Yarım metre ilerisinde, yatak ile arasına tahta bölme çekilmiş sifonu bozuk bir klozet... Bir boy aynası... Bir de filmlerdeki hapishanelerde bile varlığından haberdar olmadığım çürük bir masa ile sandalyesi vardı. Masanın üzerinde bir defter ile kalem oluşu da tuhaftı.


Yanlış hatırlamıyorsam yirmili yaşlarımdaydım, Hala çözemediğim bir sebeple herhangi bir günün herhangi bir saatinde nazikçe buraya getirildim.

Şiddetli itirazlarım, usandıra sorularım karşılığında aldığım tek cevap İse bir hiçti. Ne öfke, ne merhamet, ne acımasızlık, ne de bir şefkat belirtisi. . .

O zamanlar beyazları karasına galip gelen saçlarıyla karşımdaki ihtiyar yoktu tabi. Hışmı delikanlılığından gelen Mecnun vardı bir de onun Leyla'sı Ceylan. Kimi zaman aklıma düşüyor da en çok ona hayıflanıyorum ah Ceylan, ah! Köyde büyüdüm ben, çocukluğum Karadeniz'in dağlık tepelik arazilerinde geçti. Zehir gibi derler ya öyle bir delikanlıydım. Köylünün her İşine yetişir, baba mesleğine olan düşkünlüğümle her traktörü elimden geçirirdim. Tamir edemeyeceğim de olmazdı eyvallah. Kendi küçük dünyamda bir motorlar bir de Ceylan vardı işte. Kendimce aletlerimi bir sanat galerisindeymişim gibi özenle dizdiğim küçük tamirhanemizin önünden, okuluna giderken beyaz kurdelesiyle bir serap misali Ceylan geçerdi. Sırf onu görebilmek için erkenden tamirhaneye gider, elimi yüzümü havalı göründüğümü sandığım motor yağına bulamaya başlardım. Ona çaktırmadan baktığımı zannettiğim bazı zamanlar dona kaldığımı fark eder, yalandan bir öksürükle büyük bir ehemmiyet atfettiğim işime geri dönerdim. Buraya getirilmeden iki ay önce ise nişanlanmıştık biraz da bundandı sanırım öfkem. Dünyamı şuncacık odaya sıkıştırdıkları o gün, Ceylan'ın doğum gününden bir gün önce, evlilik tarihimizi belirleyip hazırlıklara başlamak için Ceylan'ın babası Hasan Babam ile konuşmaya gitmiştim. Amacım Ceylan'ı mutlu etmekti. Hasan Babam evde yoktu onu kahvehanede de bulamayınca konuşmayı yarına ertelemeye karar verdim. Ama ne olduysa işte tam da o gece oldu.

Pat diye atıverdiler kitabı. Yazarken vakit epey geçmiş olmalı, işte filmlerdeki hapishanelerde olmayan bir şey daha "kitaplar". Okuma saatim gelmiş anlaşılan. Bu geceki kitabın adı neymiş bakalım.

Haberin hüznüm olduğunda... Gençliğimin kara yağıyla harmanlanmış, tir tir titreyen sessiz
haykırışlarıyla gönlümü bağrımdan çeken, vicdanımdan kaçmak uğruna belki, nasır tutmuş ellerimi
kara bulutlar ardına gizlenmiş; yine kara bahtımın getirdiği acıları, pişmanlıkları damla damla
biriktirmiş, şimdi taşkınlar yaşayan gözlerime yönelttim.

İstemsiz adımlarla, yılların yüreğimi dağlayan şah damarı Celal'in koğuşundan adımlarımı İşittiği
yere; Celal'in asıl evine geldim.

Celal benim kendisini kendisinden kurtaramadığım, Ceylan'ın sonu, herkesten yitik, buruk yaşamımın
başlangıcı, kardeşim. Yıllar önce benliğini kaybeden Celal bugün, onu sakin kılan tek şey aynalar ve
kitaplarıyla doldurduğu yalnız yaşamını da terk etti. Ondan geriye kalanlar İse hayatımı hayatı sayıp
yazdığı mektuplar... Celal, on yıl önce gözlerini ebediyete yummadan nişanlısı sandığı nişanlımı
öldürdü. Yıllarca kendisiyle verdiği savaşı mağlubiyetiyle somutlaştırarak kendisini ben saymaya
kalktı. Ruhu yaşattıklarının ağır yükü altında debelenirken, zihni yaşadıklarını zebani kılıklı bekçisiyle kör kuyulara hapsetti. Ana baba katili Celal'in tek devası zihninin onun için oynadığı oyunlardı. Yıllarca hapishane zannettiği tımarhanesinde her baktığında muhtemelen beni andırdığından sevdiği aynası ile kendini avutur, yazdıklarıyla beni anlatırdı. Celal ruhunun kurban olarak beni seçtiği, sebebini ise fısıltılarıyla enseme kazımış küçük kardeşim. Bense hayatın cilvesi üzerine doğmuş mecnun kardeşim Celal'in Mecnun abisiyim.


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski